Okuyuculardan çok sayıda soru geldi; ‘Nükleere bakıyorsunuz, neden yenilenebilir enerjiye, rüzgar ve güneşe bakmıyorsunuz’ diyenler çoğunluktaydı.
Doğrudur; Türkiye’ nin enerji ihtiyacı söz konusu olduğunda, her zaman daha bütüncül bir bakışla konuya yaklaşmak ve belki en başta Türkiye’ nin bir enerji stratejik planı olup olmadığını, bu planın ayakları yere basan bir plan olup olmadığına bakmak lazım.
Rüzgar enerjisi çok çarpıcı bir örnek. Türkiye’nin kurulu potansiyeli 48 bin megawatta, yani yılda 125 milyar kilowatt/saate denk. Ama bizim iletim hatlarımız bunun dörtte birini taşıyabiliyor; yani şebekeye bağlanabilir rüzgar kapasitemiz 12 bin 369 megawatt. Bu da yılda yaklaşık 33 milyar kilowatt/saat ediyor.
Bu sebeple pek çok rüzgar enerjisi yatırımcısı, lisans da aldıkları halde üretime geçemiyor, çünkü Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) ‘Yapmayın, elektriğinizi taşıyamayız’ diyor.
Türkiye’nin bir de hemen hemen hiç keşfedilmemiş güneş enerjisi potansiyeli var. Türkiye’den çok daha az güneş alan bir ülke olan Almanya’ nın yılda 20 bin megawatt kapasiteye ulaştığı göz önüne alınırsa, bizim bu alanda gidecek çok büyük mesafemiz olduğu görülür.
Rüzgarla birlikte ele aldığınızda, güneş enerjisi, Türkiye’ nin kaçınabileceği bir alan değil; ‘Boş ver olmayıversin’ deme lüksümüz de yok. Ve bu potansiyeli yeterince değerlendirememenin bedeli sadece yüksek enerji faturası değil, aslında daha az bağımsız bir dış politika aynı zamanda.
Türkiye’ nin enerji ihtiyacındaki artış, bizi eninde sonunda nükleere yöneltecek. Ama burada da, ilk seçimimizin bırakın teknolojiyi bilgi transferini bile içermeyen bir santral olması hiç de iyi bir başlangıç değil.
Devamı